Modern iş dünyasının son akımı


Modern iş dünyasının son akımı “Bugün yorganın altında uyumak istiyorum” diyerek işe gelmemek.
İşyerinden gelen cevap da “Keyfine bak, yarın görüşürüz” oluyor!
Bizde böyle durumlarda “Uyumak istiyorum” yerine, bir akraba temsilen öldürülür.
İşe gelmemenin başka bahanesi olamazmış gibi…
Oysa yabancının yaklaşımı bizimkinden daha iyi sonuç veriyor, o uygulamanın temelinde bir yaşam tarzı, dünyaya bakış ve algılayış yöntemi yatıyor. Bu sistemde tanışışım, Amerika’da (Texas Üniversitesi) ilk asistanlık aylarına denk gidiyor…
Öğrenci geldi, “Ben sabah uyuyakaldım, imtihanı kaçırdım. İsterseniz simdi imtihan olabilirim” dedi. Haydaaa…
Alışmışız bizim sisteme, “İmtihanı kaçırırsan kalırsın ikmale kardeşim. Bir de sana özel imtihan mı yapacağız?” diye düşünüyorum. Ama talebe o kadar rahat ki…
Profesöre, “Öğrencinin biri uyuyakalmış imtihanı kaçırmış, ne yapacağız” dedim.
“Bir make-up (telafi sınavı) yapıver, aynı testi verme, konu ver, kompozisyon yazsın” cevabını verdi. Öğrencinin kağıdı “A” aldı, meğer çalışırken sabahlamış, masa başında uyuyakalmış. Aslında diskoda sabahlasaydı da olurdu ya yine sınava girecekti…
“Uyuyakaldım” demesi cezalandırılmıyor, doğruyu söylüyor, sistem anında bir imkan daha tanıyor. İnsanı dürüstlükten şaşmaya davet etmiyorlar! Meşhur hikayedir, iki öğrenci sınavı kaçırır, hocaya “Beraber arabayla geliyorduk, lastik patladı, sınava yetişemedik” derler.
Hoca ikisini ayrı ayrı odalarda sınava alır, soru iki kelimedir: “Hangi lastik?”
***
Sistemi aldatmadıkça sistem sana hak tanıyor, sistemle oynamaya baslarsan sistem de sana karşı tavır alıyor. Sistemin temelinde dürüstlük var.
Başka yerde insanın sadece bedenini değil ruhunu da ciddiye alıyor, öyle davranıyorlar.
Bizde canının işe gitmek istememesi gibi bir ruh hali söz konusu olamıyor.
İlle de bedeni bir şey olacak, ya grip olacaksın veya çok yakının birine fiziki bir şey olacak. Hele ölürse, izin garanti!
Adamların mantığı farklı…
“Canım bugün ise gelmek istemedi” dediğinde “Bak keyfine” diye cevap veren işyerinde çalışmak istiyorsun!
Adamlar bunun farkında.
Denklemi bizim gibi ters kurunca, sağlıklı olduğun sürece karşı tarafın seni hayattan bezdirme hakkı doğuyor.
Şükrü Kızılot konu etmiş, bazı bankalar SSK emeklilerine maaş ödemek için sağ olduklarını ispat eden belgeyi altı ayda bir getirme şartı koymuşlar. Ya öleceksin ya da ıstırapla yaşayacaksın formülü !
İnsanı insan yerine koymak, kişinin hatasını kabullenmesi, hatayı yapana bir şans daha verilmesi, ruha hitap… Bunlar hep kaliteli toplumsal yaşam emareleri.
Bizde de yerleşiyor, umut yok değil…
Bir ara ne çok vardı “Satılan mal geri alınmaz”
Tercümesi “Kazıkladım gitti!”
Şimdi iade sistemi, bizde de yerleşti, 20 yıl önce yoktu…
Arkadaşım Altan, Dallas’tan dayanamadı bir tenis raketi aldı, sonra verdiği paraya acıdı. “Gel iade edelim” dedi, beraber gittik. Bir de baktım ki Altan elini bandaja sarmış.
İade ederken satıcı kız, “İade nedeniniz” diye sorduğunda “Elimi sakatladım, kullanamıyorum maalesef” dedi.
Tezgahtar kız not etti, raketi geri aldı, parasını Altan’ın sağlam (!) eline saydı.
Kıza, “Arkadaşım ‘Eve gidince rengini beğenmedim’ deseydi, geri almayacak mıydınız?” diye sordum. Tezgahtar, “Sadece istatistik için araştırma departmanına verdi diye bu soruyu soruyoruz, bir hafta içinde geri getiren her şartta parasını geri alır” dedi.
Sahte bandaj sahibine komik!
Sistem sağlıklıysa sahte hastalıklara gerek kalmıyor.
Öbür turlu sistem, adamı hasta ediyor!
Esnek çalışma saatleri…
“Kravatsız Cuma”lar…
Yorgan günleri…
Hepsi daha verimli olunması için!
Yoksa aklın başka yerde, gelmişsin işe… Koltukta oturuyorsun ama önündeki bilgisayarda fal bakıyor, kendince intikam alıyorsun…
Patronun koyduğu kameraya da çalışır görünüyorsun…
“Yalandan kim ölmüş” ne de olsa bir Türk atasözü!
Yazan : Murat Birse

Başarmak...


Bir zamanlar hayvanlar aleminin sevimli yaratıklarından kurbağalar, kendi aralarında bir yarışma düzenlemişler. Hedefin yüksek bir tepeye çıkmak olduğu bu yarışmaya kalabalık bir kurbağa sürüsü de seyirci olarak katılmışlar. Seyircilerden hiçbir kurbağa, yarışçıların bu yüksek tepeye çıkabilmesine ihtimal vermediği gibi “zavallı arkadaşlarımız, asla başaramayacaksınız, vazgeçin bu sevdadan!”diye tezahüratta bulunuyorlarmış. Seyircilerin bu bağrışları sonucu azmini yitiren yarışmacılar, teker teker yarışmayı bırakmışlar. Sadece bir kurbağa, ümitleri tükenen diğer arkadaşlarına inat, büyük bir gayret ve çaba sonucu tepeye çıkmayı başarmış.
Hayret içinde kalan diğer arkadaşları bu mücadeleyi nasıl kazandığını merak etmişler. Kazanan kurbağanın yanına yaklaşarak, “Bunu nasıl başardın, bu başarının sırrı nedir?”diye sormuşlar. Ne yazık ki cevap alamamışlar.
Çünkü yarışmayı kazanan kurbağa sağırmış....

Sözcükler de ölür...


Sözcükler canlılar gibidir. Doğar, yaşar ve ölürler. Üşür sözcükler ölünce. Biz gibidirler. Ne kadar uğraşsanız ısıtamazsınız, diriltemezsiniz onları.
Sözcükler ne zaman ölür?
İlkin, kullanılmaya kullanılmaya kendiliğinden kaybolup giden sözcükler vardır. Farkına bile varamazsınız, binlerce sözcük içinden kaybolup gitmişlerdir; koca bir kentin içinde kaybolan insanlar gibi. Bir de kaybolmamış, yaşar gibi gözüken, yürüyen, dolaşan ama ruhsuz sözcükler vardır. Ölüden farkları yoktur bunların; sadece cesetleridir dolaşan ortalıkta. Ve siz bunları kullanırken kendi ilişkilerinizin de ruhsuzlaştığını, sislerle kaplandığını, tersyüz edildiğini görürsünüz. Göremezsiniz de aslında birileri tutar gözünüzün önüne getirir koyar.
Sözcükler toplumsal yaşam içinde üretilir. Her sözcük mevcut toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasal ilişkiler sonucu ortaya çıkar, anlam kazanır. Yine her sözcük ilk ortaya çıktığında bir duyguyu düşünceyi, bir olayı, bir nesneyi… Vb. gösterir. Birebir ilişki söz konusudur. Her sözcük bir gösterilene bağlanır. Her sözcüğün, gerçekten göstermek, ifade etmek istediği bir şey mutlaka vardır ve gösterge dediğimiz sözcük bu zorunluluğun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yalansız dolansız uydurmasızdır. Gösteren dediğimiz sözcük ile gösterilen dediğimiz o şey arasında doğru bir ilişki vardır ve ilişki, gösterenle gösterileni organik bütünlük içinde tutar ve canlılık kazandırır. Bu canlılık, aradaki ilişki şeffaf, dolaysız olduğu müddetçe sürüp gider. Ne zaman ki bunların arasına bir bulut, bir perde girer, ilişki görünmez olur. O zaman, o sözcük kökünden, yuvasından ayrılmış, gurbete düşmüştür. Ve zamanla o sözcüğün akıbeti, konuşanların niyetine göre değişmek veya kullanılmayarak yok olmak olacaktır. Bu sözcükler temelinden, ruhundan koptuğu için zamanla ölü sözcükler haline gelirler. Ortalıkta dolaşsalar da durum değişmez, ölü gibidirler. Şiirle bağlantısı yönünden konuşursak, duyguların doğrudan ifadesini veremezler. İnsanın içinden geçen duyguların saklanmasına yardımcı da olurlar ve hatta çarpıtırlar. Yalanı oluşturan sözcüklere bakarak gerçeği anlayamayız ve aldanırız. Biz eğer uyanıksak, bu sözcüklerin altında yatan gerçek duyguları bulabiliriz. Ancak zeki ve uyanık değilsek ve o kişilerin gerçek davranışlarını iyi gözlemediysek kanarız, aldanırız. Bu sözcükler bize zarar verir. Onun için güzel konuşan, ikna kabiliyeti güçlü insanlardan her zaman kuşku duymuşumdur.
Bunların o güzel sözlerini sakin dinlerim. Ama hiçbirine inanmam ilk aşamada. Zaman içerisinde davranışlarını gözlerim. Ya da bu güzel sözlerin içinde sürç-i lisan durumuna bakarım. Bazen gerçekler en küçük bir ayrıntıda kendini ele verir. Bu küçücük ayrıntı, o kişi hakkında bana tam bilgi vermeye yeter de artar bile. Çünkü bu kişiler güzel sözlerle, gerçek duygu, düşünce ve niyetlerini saklarlar. Niyetleri kötü de olsa, güzel sözcüklerle bunu saklar ve sözcük burada yalanın bir aracı haline gelir, onurundan, şerefinden ödün verir. Bu sözcükler gerçeği yansıtmadıklarından, boş sözlerdir ve ölüden farksızdırlar.
Oysa sözcükler gerçeği söylemek için vardırlar. Yaşamları gerçeğe bağlıdır. Gerçekten ayrılan sözcük onurunu, şerefini yitirir, ölür ya da ölmekten beter olur. İşte burada ŞAİR diye bir kahraman çıkar ortaya, alır bu sözcükleri şiirine koyar. Şiirine koyarken o zamana kadar ki yalan veya doğru tüm anlamlarından sıyırır, hipnoz eder, bayıltır. Sonra şiirini kurmaya koyulur. Bu süreç devam ederken, oluşan şiir sıcaklığında, sözcükler cana gelmeye başlarlar ve bütünün anlamına kavuşmasıyla birlikte şair, elini bu uyuyan, baygın sözcüklere dokundurarak yeniden canlanmalarını sağlar. Şu var ki, şairin verdiği yani kimlikler içerisinde sözcükler yeni anlamlara kavuşmuşlardır. Ancak bu yeni anlam gerçek, güzel estetik duyguların doğru bir ifadesi olduğundan yeniden yaşama şansına kavuşmuşlardır. Çünkü ruhları kendilerine teslim edilmiştir ve şiir sözcüklerin cenneti olmuştur.
Yalansız dolansız, güzel bir yaşam şiirde vardır. Şair de burada kurtarıcılığın verdiği zevki yaşayan bir kahraman edasındadır.
Bu da onun hakkı olsa gerek değil mi?

BAŞARILI İNSANLARIN SIRLARI...


Bazı insanlar kendilerinin ve başkalarının hayatlarında önemli ve olumlu gelişmeler sağlarlar ve başarılı kabul edilirler. Başarılı insanlar üzerinde yapılan araştırmalar, onların birçok ortak noktasının olduğunu ortaya koyuyor.
Öncelikle başarılı insanların yüksek bir özgüvene sahip olduğu belirlenmiş. Bir başka ifade ile başarılı insanlar kendilerine değer verir ve güvenirler. Bu özgüven onların yaratıcılık için gerekli olan heyecan ve cesarete sahip olmalarını sağlar. Dolayısıyla, özgüveni olan insanlar kendilerine ulaşılması güç hedefler koymaktan çekinmezler. Ardından da bu yüksek hedefe odaklanarak onu gerçekleştirme yönünde en büyük adımı atmış olurlar.
Başarılı insanların hayatta belirlenmiş kişisel hedefleri ve değerleri vardır.Hangi misyona hizmet ettiklerini iyi bilirler ve başarılı olduklarında dünyanın nasıl değişeceği konusunda bir vizyona sahiptirler.Kişisel hedefleri konusunda gerçekçi ve net beklentileri vardır. Bu hedeflere ulaşmak için stratejiler geliştirir ve bu stratejileri uygularlar. Bu stratejiler bireysel yetkinlikleri ve ilişkileri geliştirecek hedefleri ve zaman planlamasını kapsar.
Başarılı insanlar aynı zamanda kendi davranışları ve gelecekleri için sorumluluk üstlenirler. Sorumluluk üstlenen insan inisiyatif alır, risk alır ve geleceği şekillendirecek adımları belirler ve atar. Bu yaklaşım onlara daha hızlı öğrenme fırsatı sağlar.
Bu insanlar geleceği gözlerinin önünde canlandırmak için özel çaba gösterirler. Hayal etmek, gerçekleştirmenin ilk adımıdır. Hayalleri gerçeğe dönüştürürken izlenen bir başka yol da bu hayalleri başkalarıyla paylaşmaktır. Sözlü ve/veya yazılı olarak hayallerini tekrarlayan insanlar, hem bu hayalleri daha netleştirmiş olurlar, hem de kendilerin toplum önünde hayalleri ile özdeşleştirerek kişisel sorumluluklarını pekiştirirler.
Başarı insanlar yenilgileri kabullenip, onları aşma konusunda kararlılık gösterirler. Gerçeklerle yüzleşmeyi, başkalarının deneyimlerinden faydalanarak hataları önleyebilmeyi bilirler. Odaklandıkları hedef doğrultusunda ilerlemeyi gözleyip, davranışlarını değiştirmekten kaçınmazlar.
Başarılı insanlar kendileri ile barışıktırlar. Dolayısıyla, yaşamlarında yüksek düzeyde stres yoktur. Ruhsal ve bedensel olarak formda ve zindedirler. Bu, onların hedeflerine odaklanabilmelerini sağlar. Onlar, uzun vadeli hedeflere odaklanır, kısa vadeli kazançlar için uzun vadeli hedeflerinden vazgeçmezler. Zamanlarını etkili kullanırlar. Hedeflerini gerçekleştirmek için gerekli, az sayıda ancak önemli adımlara odaklanırlar. Hedefleri doğrultusunda fedakarlık yapmaktan çekinmezler. Disiplin başarılı insanların ortak özelliklerindendir.
Başarılı insanlar sadece zihinsel zekalarıyla değil, aynı zamanda duygusal zekalarıyla da farklılık yaratırlar. İnsan ilişkilerine önem verirler. Olaylara karşıdakinin gözüyle bakabilirler. İnsanlara değer verir, onlarla karşılıklı kazan-kazan türünde ilişkiler kurmaya özen gösterirler. Beraber çalıştıkları insanlara heyecan verir, onlara yetki kullanacak geniş alan bırakırlar.
Başarılı insanların en önemli özelliklerinden biri de kendilerini sürekli olarak geliştirme çabasında olmalarıdır. Her zaman yeni bilgilere açıktırlar. Her hatayı bir öğrenme fırsatı olarak görürler. Başkalarının deneyimlerine yakın ilgi gösterir, onlardan öğrenmeye çalışırlar.
Bu özellikler öğrenilebilir özelliklerdir. Dolayısıyla, gençlerimizi eğitirken bu özellikleri kazandırmaya da özen göstermeliyiz. Unutmamalıyız ki, “Ağaç yaşken eğilir”
Dr. Yılmaz ARGÜDEN
Yazıyı Gönderen Berrin hanıma teşekkür ederim.

Gerçekten de her şey bitti mi?


Başarılı olmaya koşullanmış bir hayat… Koşan insanlar… Her zaman, her yerde, en önde olma telaşı… İkinci olmaya bile dayanamamak… Karşılaştırıldığın insanlar… Rekabet, kıskançlık, öfke, hırs… Küçük oyunlar, büyük gibi görünen insanlar, küçük yürekler… Yorulmak, durmak, nefes alamamak… Boğulmaya başlamak, öfkelenmek, daha çok öfkelenmek… Bunu hak etmediğini düşünmek, yüzünü kapıya doğru dönmek…
Kapıyı çarpıp çıkmak!
Gerçekten de her şey bitti mi?
Sana söylüyorum tüm bunları. Evet, sen. Şu anda bu yazıyı okuyan kişiye, yani sana sesleniyorum. Ekrana bakmanın ötesine geçmeni istiyorum. Bakmak ve görmek arasındaki farkı geçmeni ve artık bakıyor değil, görüyor olmanı, okuyor değil, yaşıyor olmanı istiyorum. Şimdi ilk önce doğru düzgün nefes almaya başla. Bu yazının biraz sonra, yazılacak olan kısmını okumadan önce 3 kere derin derin nefes al. Biraz oksijene ihtiyacın olacak. Gözlerini biraz daha aç. Artık görmeye başlamanın zamanı geldi.
Sen başarmak için her şeyi yapıyorsun. Kendince ve elinden geldiğince. Başarıya odaklandığını biliyorum. Buraya kadar geldiysen bu senin için önemli olmalı. Başarı olarak algılama sadece bunu. Bu senin için önemli olmalı derken, senin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sen gerçekten de önemli bir insansın. Sen bu dünyayı değiştirebilecek gücü taşıyorsun. Bunun farkındasın veya farkında değilsin ama bu güç sende var. Bu güne kadar ortaya çıkartmaya çalıştığın şey işte tam da bu. Sen, her yerde en önemli kişi olmak istedin. Tüm dikkatler üzerinde olsun, herkes yüzünü sana dönsün, sen konuşurken, herkes pür dikkat ve ses çıkarmadan seni dinlesin istedin. Konuşmaya o kadar hakim olmalıydın ki bazen sessizlik bile yaratabilmeliydin, ve o sırada herkes nefesini tutmuş senin konuşmanı bekliyor olmalıydı. Bazen söyleyemediğin şeyler vardı, içinde bir yerlerde kalan, bazen yapamadığın şeyler vardı, keşkelerle tekrarlayıp durduğun. Bazen demekten vazgeç. Keşke demekten de. Pişmanlık duymak mı, boşver gitsin.
Zaman geçiyor. Yazıyı okumaya başladığından beri kaç dakika geçti? Muhtemelen bilmiyorsun. Bilgisayarının ekranındaki saate bak ve lütfen bu saati bir yere not al. Saat kaç? Sonra tekrar konuşacağız bunun üzerinde. Aslında sana söylemek istediğim ne çok şey var. Ama biliyorum, senin de zamanın kısıtlı ve çok çok uzun bir yazı seni sıkabilir. Zamanı iyi kullanmalı. Depolanmıyor veya satılmıyor şu anda. Zamanını nasıl kullandın bu güne kadar? Başarmak için tüm gücünü ortaya koydun mu acaba? Bazen, gücünün yarısını bile kullanmadın değil mi? Bazen ise yorgun argın döndün eve. Omuzların ağrıyordu ama yine de çalışmaya devam ediyordun saatlerce. Kitaplar… İş kitapları hayatına girdiğinden beri ne değişti? Her iş kitabı sana farklı bir özgüven sunuyor. Her iş kitabı farklı bir birikim. Bazıları ise bomboş geldi, yarısında bıraktın kitabı. Bazılarını baş ucu kitabı yaptın…
Adının duyulmasını, bir şeylere yön vermeyi, senden gururla söz edilmesini istedin. Çalıştın, didindin, okudun, uykusuz kaldın, yüzünden gülümsemeni eksik etmedin.
Ne güzel, başarı merdivenlerini de hızla tırmanmaya başlamıştın kendince. Evet, işte o ilk başarı kıvılcımları seni yakmaya başladığı anda, ilk o anda hissettin aslında aradığının ne olduğunu. Bu ünlü-tanınır-bilinir olmanın çok daha ötesindeydi. Akşam iş çıkışı, başın dik, kulağında hareketli bir müzik, koşar adımlarla merdivenlerden inerken, tüm dünya seni seyrediyordu sanki. İçinde adı başarı olan bir ateş yanıyordu. Gözlerinden alevler çıkıyordu. Projeler uyum içinde, zihninin bir hareketiyle tamamlanıyor, ikinci bir proje kafanda şekillenmeye başlıyordu zaten. Yüzünden gülümseme eksik olmuyordu. Belki de herkes yüzüne imrenerek bakıyordu.
İleriye doğru gideceğini biliyordun, her şey iyi gidiyordu ve birden bir şey oldu. Bir şeyler ters gitmeye başladı. Artık eve daha yavaş adımlarla mı gidiyorsun?
Çocukken neler hayal ederdin? Ne olmayı isterdin? Hayalinin neresindesin kim bilir. Oysa çocukken olmayı hayal ettiğin şeyi olamadıysan, burada 6 yaşındaki bir çocuğun isteği çok mu önemlidir? Bu neden sana hayal kırıklığı yaşatsın ki! Boşver çocukluğunu, istediğin bölümü kazanamadın diye hayatının geri kalanı berbat mı geçecek? Boşver, geçen için yapabileceğin bir şey yok. Şimdi saatine bir daha bak. Geçen dakikaları geri getirebilir misin?
Biliyorum, bazen çok kızdırıyorlar seni. Her şeyi en iyi şekilde hazırladığın halde, müdürün, şirketin, iş dünyası seni anlamıyor. Coşku içinde önlerine bıraktığın bir dosya, bir kaç kez karıştırılıp ,sana iade ediliyor. Belki yıkılıyor, belki daha da hırslanıp, daha iyisini yapmaya çalışıyordun.
Bir gün, sigortaların atıyor. Bir istifa mektubu yazıyor ve yöneticinin önüne koyuyorsun. Yılların, projelerin, emeklerin, geç saate yatmaların, hepsi ama hepsi boşa gidiyor. Elinde bir hiç var.
Bir daha soruyorum. Gerçekten de her şey bitti mi?
Birkaç saniye düşün. Dünyanın 6 milyar yıllık yaşını düşün. Kaç kere bitip, yeniden başladığını düşün. Dinazorları, mısır piramitlerini yapan firavunları, tufanları, kaybolan Babil kulesini, dünya savaşında yıkılan, yakılan Japonya’yı düşün. Hepsinin yerini yeni bir şey doldurmadı mı? Peki, sen gidersen, senin yerinin de dolmayacağını mı sanıyorsun. Çok kısa sürede dolacak ve unutulacaksın.
O yüzden, işini seviyorsan, iş yerini sevmiyor bile olsan, o işte başarıyı yakalamayı düşünmelisin. Başarı tek bir koşulla gelebilir sadece. Bu da istemektir. İstemediğin sürece başarı yanına bile uğramayacaktır. Ne yapıyorsan yap, en iyisini sen yap!
Mutlaka, yaşadığın durumu değiştirmek için yapabileceğin bir şeyler vardır. İmkansız diye bir şey yoktur. Varsa bile, imkansızı da başarmayı deneyebilirsin. Bu senin hayatın. Bir kere dünyaya geliyorsun ve artık bunu değerlendirme zamanın geldi. Değerlendirme derken, bundan sonra yaşadığın her anı daha değerli kılmayı başarmandan söz ediyorum. Hayatını değerli kıldıkça, sen de kendini değerli hissetmeye başlayacaksın.
Gerçekten de her şey bitti mi?
Eğer, hala gözlerin görüyor, hala nefes alıyorsan, daha her şey bitmemiş demektir. Eğer bu kadar birikimin varsa, eğer kendini geliştirmeye çalıştıysan, belki de her şey yeni başlıyordur. Genel olarak düşünme. Sen özel bir insansın. Sen diğerlerine göre daha farklısın. Sen ayrı bir kişiliksin ve aynı zamanda ayrı bir dünyasın. Dünyanı korumak için ise çok çalışman gerekecek ve bir gün sen de biliyorsun ki başaracaksın.
Şimdi tekrar saatine bak. Kaç dakika geçip gitti? Biten bu dakikalar geri gelmeyecek. Biten günler, biten aylar, biten yıllar geri gelmeyecek. Her dakika ömrün kısalıyor. O yüzden artık bir şeyler yapmaya başlamalısın. Geçip giden insanlar geri gelmeyecek. Şimdi, önünde uzanıp giden yola bakman ve nereye yürüyeceğine karar vermen gerekiyor. Gerçekten ne yapmak istiyorsun? Bundan sonra sadece buna odaklan. Bu yazıyı okuduğuna göre, artık zaman kaybetmemen gerekiyor. Artık zaman kazanmalısın. İstemek ve başarmak, işte hepsi bu.
Gerçekten de her şey yeni başlıyor değil mi?

Carpe Diem… Günü yakala…


Ömür bakiyemizden çaldığımız her dakika, hayatı yakalamak adına büyük bir adım olsa gerek. Öyle ki yapılacak işler bu kadar çokken, tanınacak insanlar, söylenecek sözler, aşılması gereken engeller mevcutken; her anı dolu dolu yaşamak en doğrusu.
En son ne zaman bir yarayı sardınız?
Ne zaman el ele verip, bir aksaklığı düzeltmek için çabaladınız?
Ne zaman bir insan yüzündeki gülümsemenin nedeni oldunuz?
Umuyorum ki cevaplar, hatırlanamayacak tarihlerde saklı değildir. Zamanı geri çeviremeyeceğimize göre hayatı ıskalamayalım, her anımızın kıymetini bilelim…
Aslında bu metropollere hapsolmuş bizler için mutluluk çok uzaklarda değil, içimizde bir yerlerde.. Günlük hayat telaşına kapılıp, sosyal sorumlulukları ve desteğimize ihtiyacı olanları atlamak; yeni dünya düzenine yenik düşmekle eş değer. İşte tam bu noktada ‘’gönüllülük’’ devreye giriyor. Her ne kadar Sivil Toplum Kuruluşları toplumsal ilerlemede önemli paya sahip olsalar da, gönüllü olmak için kuruluşlara bağlılık şart değil. Fakat beraber hareket edebilmek ve yürekleri birleştirmek adına yadsınamayacak derecede önem teşkil ediyor. Gönüllülük içten gelen bir duygudur. Evet evet duygu.. Üzüntü, neşe, heyecan gibi. Bu duyguyla attığımız her adımda özveri son safhadadır. Karşılık beklemeden, çıkar gözetmeden ortaya konulan emek ve sevgidir. Gönüllülük bir virüs gibi bulaşıcıdır. Kanımızda dolaşan, tüm vücudumuzu ele geçiren.. Öyle ki ortak bir amaç ve fayda uğruna; birken beş, beşken on olmak hiç de zor değildir. Gönüllülük bir bağımlılıktır. Hiçbir şeyin sonu olmadığı gibi paylaşmanın ve yardımlaşmanın da sonu yoktur. Hala kendinizden ve sevdiklerinizden başkasını umursamıyorsanız, üzgünüm ki hata ediyorsunuz. İnsanoğlu toplumsal bir canlı olduğuna göre, yaşadığımız toplumu oluşturan parçalara saygı duymak ve beraber yol almak görevimizdir. Dilerim ki geç olmadan bu görevi yerine getirebilelim..
Geçtiğimiz dönemlerde yaşanan küçük bir anekdot, çok şey anlatıyor aslında… Kimsesiz çocuklar için yapılan yılbaşı eğlencesi, minik dostlarımız için son derece keyifli anlara sahne oluyordu. Hepsi dans edip, müziğe eşlik ediyorlar, oradan oraya koşturuyorlardı. Ellerinde balonları, yüzlerinde bin bir neşe..
Ama orada masaların birinde tablo pek de harika değildi. Güneş sarısı saçlarıyla, ismiyle müsemma hallerde ayrı bir tablo çizen dünya güzeli ‘’Duygu’’ hiç mutlu görünmüyordu. Yemyeşil gözlerinde, fark edilmemeyi isteyen ve etrafındakilerden bağımsız ürkek bakışlar vardı. Hiçbir söz, hiçbir armağan onun için bir şey ifade etmiyordu. Yanağına çizilen çiçekler, anlatılan umut dolu hikayeler sonuç vermiyor gibiydi. Gitme vakti geldiğinde; zamanımı geçirdiğim ve mutlu edemediğim için üzüldüğüm o güzel çocuğun, vedalaşırken boynuma sıkıca sarılıp gülümsemesi bende tarif edilemeyecek duygular yarattı. Evet, belki eğlenememişti, hiç konuşmamıştı… Ama yüzündeki hüznü bir an için bile olsa tebessüme çevirmek dünyalara değerdi… Şimdi aradan bir yıl geçti, Duygu’yu tekrar göreceğim için son derece heyecanlıyım. Diliyorum ki hayatın onu unuttuğunu düşünmüyordur ve küçücük yüreğinde umut dolu bir dünya kurabilmiştir.
Çocuklar geleceğimiz, onlara verecek sevgimiz ve sabrımız her zaman olmalı. Yeter ki erken yaşta büyümek zorunda kalmasınlar, çocukluklarını doyasıya yaşabilsinler. Bu ve bunun gibi pek çok heyecan, paylaşım ve insanlık namına tarifsiz hisleri kaçırmamak, ihtiyacı olanlara destek vermek adına hala geç kalmadınız… Bir gün okul boyarsınız, bir gün huzurevi ziyaret edersiniz, bir günse yiyecek-giyecek dağıtırsınız. Toplumsal dayanışmanın kıstasları ve zorlayıcılığı bulunmuyor. Yeter ki içten gelsin ve daimi olsun.
Yaşadığımız topluma karşı sorumluluklarımız var. Önce insan, sonra birey olarak… Her şeye rağmen bu hayat bizim ve yapılacak çok iş var. Zorluklar bizi yıldırmasın, güzellikler gönül gözümüzü açsın...
Bir Meksika atasözünde söylendiği gibi;
‘‘Felek sana hayat diye ekşi bir limon uzattıysa, sen üstüne tekila ve tuz iste’’…
Yazar : Ender Baht

YAŞAM İÇİN BİRKAÇ KURAL...


A. Saf Güç KuralıBizlerin asıl hali saf bilinçliliktir; bu da saf güç demektir. Saf bilinçlilik ruhsal özümüzdür, sonsuz ve sınırsızdır, saf coşkudur, saf bilgidir, sonsuz sessizliktir, kusursuz dengedir, yenilmezliktir, basitliktir, mutluluktur.
“Saf Güç” Kuralının uygulanması:
1. Sessiz olmak için her gün zaman ayırın. Günde iki defa derin düşünme yapın.
2. Doğayla baş başa kalabilmek ve her varlığın içindeki zekâya şahit olmak için her gün zaman ayırın.
3. Yargılamayın. Güne “Bugün hiçbir şeyi yargılamayacağım.” sözüyle başlayın.
B. Verme Kuralı
Evren dinamik alışveriş ile var olmaktadır. Vermek ve almak evrendeki enerji akışının değişik görünüşleridir. Aramakta olduğumuz şeyi vermeye istekli olmakla, evrenin bereketinin yaşamımıza yansımasını sağlarız. Coşku istiyorsanız başkalarına coşku verin; sevgi istiyorsanız sevgi vermeyi öğrenin; ilgi ve takdir istiyorsanız ilgi ve takdir göstermeyi öğrenin; maddi zenginlik istiyorsanız başkalarının zengin olmaları için yardımcı olun.
“Verme” Kuralının uygulanması:
1. Nereye gidersem, kime rastlarsam onlara bir hediye vereceğim. Bu hediye hoş bir söz, bir çiçek veya dua olabilir.
2. Bugün yaşamın bana vereceği bütün hediyeleri şükranla alacağım. Doğanın hediyelerini alacağım; bunlar, güneş ışını ve kuş sesleri, Başkalarından gelecek madde, para, kompliman veya dua şeklindeki hediyeleri almak için açık olacağım.
3. İnsanlara her rastlayışımda onlara mutluluk ve coşku dileyeceğim.
C. “Karma” veya Etki ve Tepki Kuralı
Her hareket bize aynen geri dönen bir enerji gücü yaratır. Ne ekersek onu biçeriz. Başkalarına mutluluk ve başarı getiren hareketlerde bulunduğumuz zaman, “karma”mızın meyvesi da mutluluk ve başarı olacaktır.
“Karma” Kuralının Uygulanması:
1. Bugün yaptığım bütün seçimlerin şahidi olacağım. Gelecekteki herhangi bir ana hazırlık yapmanın en iyi yolunun şimdiki anın tam bilincinde olmak olduğunu bileceğim.
2. Her seçim yaptığımda kendime şu iki soruyu soracağım: “Yapmakta olduğum bu seçimin sonuçları neler olacaktır?” ve “Bu seçim bana ve bu seçimden etkilenen diğer insanlara doyum ve mutluluk getirecek midir?”
3. Yapmış olduğum seçim bana rahatlık veriyorsa, o seçimi tamamen teslim olarak uygularım. Yapmış olduğum seçim bana rahatlık vermiyorsa, hareketimin sonuçlarını içgörümle görürüm. Bu yol gösteri kendim ve çevremdeki bütün insanlar için kendiliğinden doğru seçimler yapmamı sağlayacaktır.
D. En Az Çaba Kuralı
Doğanın “zekâsı” işlevlerini en az çabayla yerine getirir, Kaygısızca, uyum içinde ve sevgiyle. Otlar büyümeye çalışmazlar, sadece büyürler. Balıklar yüzmeye çalışmazlar, sadece yüzerler. Hareketleriniz sevgi tarafından yönlendirildiğinde en az çaba harcanır; çünkü doğa, yaşamını sevgi enerjisiyle sürdürür. Egoya önem vermek çok fazla enerji tüketir.
“En Az Çaba” Kuralının Uygulanması:
1. Kabul etmeyi uygulayacağım. Bugün, insanları, durumu, şartları ve olayları olduğu gibi kabul edeceğim. Bu anın olması gerektiği gibi olduğunu biliyorum, çünkü bütün evren olması gerektiği gibi.
2. İçinde bulunduğum durumun sorumluluğunu kabul edeceğim. Sorumluluk almanın, içinde bulunduğum durum için hiç kimseyi ve hiçbir şeyi suçlamamak olduğunu biliyorum.
3. Görüşlerimi savunmak alışkanlığından vazgeçeceğim. Başkalarını benim görüşlerimi kabul için ikna etmeye çalışmayacağım. Bütün görüşlere açık olacağım ve hiçbir görüşe kaskatı bağlı olmayacağım.
E. Niyet ve Arzu Kuralı
Saf güç alanında niyet ve arzu sonsuz düzenleme gücüne sahiptir. Dikkat, enerji verir, niyet dönüştürür. Dikkatinizi neye yoğunlaştırırsanız, onun, yaşamınızda daha önemli bir yeri olacaktır. Diğer ruhsal başarı kurallarına uymak kaydıyla, dikkatinizi üzerinde yoğunlaştırdığınız şeye ilginiz, niyet edilen sonucun alınması için sonsuz uzay-zaman olayları yaratır. Bunun gerçekleşmesi için, niyetiniz insanlığın iyiliğini gözetmelidir.
“Niyet ve Arzu” Kuralının Uygulanması:
1. Arzularımın listesini yapacağım. Bu listeyi her zaman yanımda taşıyacağım. Sessizlik ve meditasyona geçmeden önce bu listeye bakacağım. Gece uyumadan önce bu listeye bakacağım. Sabah uyandığımda bu listeye yine bakacağım.
2. Olayların istediğim gibi gelişmediği zamanlarda, bunun için bir sebep bulunduğuna ve kozmik planın düşünebildiğimden çok daha büyük olduğuna inanarak, arzularımın listesini serbest bırakıp onu yaradana teslim edeceğim.
3. Bütün hareketlerimde, şimdiki anın farkındalığının gerekliliğini kendime hatırlatacağım. Engellerin dikkatimi dağıtmalarına izin vermeyeceğim. Şimdiki zamanı olduğu gibi kabul edeceğim ve geleceği, el üstünde tuttuğum niyetlerim ve arzularımla gerçekleştireceğim.
F. “Ayrı Olmak” Kuralı
Belirsizliğin hikmeti “ayrı olmak”tır. Belirsizliğin hikmeti, geçmişten, geçmişte yaşanan şartlanmadan ve bilinenden kurtulmakta yatar. Bilinmeyene ve saf güç alanına doğru yönelmekteki istekliliğimizle, evrene güzel hareketlerini yaptıran yaratıcı zekâya kendimizi teslim ederiz. Fiziksel evrende herhangi bir şeyi elde etmek için, o şeye olan bağımlılığınızdan vazgeçmeniz gerekir. Bu, arzunuzu gerçekleştirmek için gerekli olan niyetten vazgeçmeniz gerektiği anlamına gelmez. Niyetinizden vazgeçmiyorsunuz; arzunuzdan da vazgeçmiyorsunuz. Sonuca bağımlılıktan vazgeçiyorsunuz. Ayrı olmak kuralı, evrimin oluşmasını hızlandırır. Bu kuralı anladığınızda, kendinizi çözümü zorlamaya mecbur hissetmezsiniz. Sorunun çözümünü zorlarsanız sadece yeni sorunların oluşmasına sebep olursunuz. Halbuki dikkatinizi belirsizliğin üzerinde yoğunlaştırır ve kargaşa içinden çözümün çıkmasını beklerken- belirsizliği yaşarsanız, ortaya harika ve heyecan verici şeyler çıkar.
“Ayrı Olmak” Kuralının Uygulanması:
1. Bugün, kendime ve çevremdekilere oldukları gibi olmaları özgürlüğünü tanıyacağım.
2. Belirsizliği kabullenme arzumdan dolayı, sorunların, karışıklığın çözümü kendiliğinden oluşacaktır. Belirsizliğin özgürlüğe giden yol olmasından dolayı, belirsizlik ne kadar fazla olursa kendimi o kadar güvende hissedeceğim. Belirsizliğin hikmetiyle güvene kavuşacağım.
3. “Tüm olasılıklar alanı”na girerek, sonsuz seçime açık olduğumda yaşayabileceğim heyecanı öngöreceğim. Tüm olasılıklar alanına girdiğimde yaşamın tüm macera, gizem ve büyüsünü yaşayacağım.
G. “Dharma” veya “Yaşamın Amacı” Kuralı
Herkesin yaşamda bir amacı ve başkalarına verecek özel bir hediyesi veya yeteneği vardır. Bu özel yeteneği başkalarına hizmetle birleştirdiğimizde, kendi ruhumuzun coşkusunu ve sevincini yaşarız. Bu da bütün amaçların esas ve nihai amacıdır.
“Dharma” veya “Yaşamın Amacı” Kuralının Uygulanması:
1. Ruhumun derinliklerinde oluşmakta olan Tanrıyı sevgiyle besleyeceğim. Dikkatimi hem bedenimi hem de aklımı hareketlendiren ruha yönlendireceğim.
2. Özel yeteneklerimin bir listesini yapacağım. Özel yeteneklerimi ifade ettiğimde ve onları insanlığın hizmetinde kullandığımda zamanın nasıl geçtiğinin farkında olmadan hem kendi hayatımda hem de başkalarının hayatlarında bolluk yaratacağım.
3. Her gün, kendime, “Nasıl hizmet edebilirim?” ve “Nasıl yardım edebilirim?” diye soracağım. Bu soruların cevapları insanlara sevgiyle yardım ve hizmet etmemi sağlayacaktır.
DEEPAK CHOPRA

SEVGİYİ ARTTIRAN ETMENLER...


Bir kişiyi iyi yönleriyle güzellikleriyle, değerleriyle görüyor ve tanıyorsunuz. İlk önce onu beğeniyorsunuz Beğeniniz artıkça, ona hayran olmayabaşlıyorsunuz. Düşüncelerinizdeki, akılınızdaki hayranlığınız damla damla gönlünüze akmaya başlıyor. Gönlünüz ona karşı ilgi duymaya başlıyor. Bu ilgi büyüdükçe ona karşı daha yakın olma, onun yanında olma isteği beliriyor. Demek ki beğenmeniz hayranlığa dönüşüyor aklınızda. Sonra gönlünüz devreye giriyor. İlgi yakın olma isteği ve sonra sevgi geliyor yavaş yavaş.Sevgi gelince sevdiğiniz kişiyi gönlünüzün bir parçası olarak görmeye başlıyorsunuz.Ona karşı özlem duyuyorsunuz.Onun derdi ile dertleniyor,sevinciyle seviniyorsunuz.Bir şarkıda Oturmuş oyun oynar ,ciğerimin köşesi diyor.Sevgilisini ciğerinin köşesi olarak görüyor ve onun yanında bile ona hasretlik duyuyor.Bir şiirde ne güzel söylüyor. Ben ta senin yanında bile, hasretim sana . Sevenin sevdiğine elini dokunmayı istemesi, onu kucaklamak istemesi, en doğal duygudur. Sevdiğiniz bir çocuğu okşamak,kucaklamak istemezmisiniz.
Evlat sahibi olmak, evladı sevmek bir başka eğitici etken oluyor, sevgi konusunda. Orada araya merhamet, acıma duyguları da giriyor. Öylece gönüller eğitiliyor, sevgi yolunda adım adım yol alınıyor. Sonra bir gün geliyor, en ideal, en yüce sevgiye ulaşılıyor: Herkesi ve her şeyi, her zaman, her şart içinde sevmeye başlıyor insan. Böyle bir evrensel sevgiye ulaşabilmesi için gönlün öncelikle, sevginin kaynağının, herkesi ve her şeyi Sevgisinden Vareden’e yönelmesi, onu tanıması, O’nun la gönlün alışverişe başlaması gerekiyor. O’nu gönülden tanıyan, gönlünde O’nunla alışverişe başlayan, her şeyi O’nun eseri olarak görüyor, her şeyi O’nunla birlikte seviyor.
O yüce sevgilere varmadan önce, bir kişiyi sevmede, onun gönlüne girmeye başlamada, tanımanın, düşünmenin, ilginin, hayranlığın yanında, bu duygu ve düşüncelerin dille söylenmesi de çok önemlidir. Gönülden sevdiğinizi, onu beğendiğinizi söyledikçe hem onun sevgisine yol açıyor, hem de kendi sevginizi pekiştiriyorsunuz. Onun değerini övdükçe, onu yücelttikçe, hem o,sizden destek görüyor, hem de siz kimi sevdiğinizi, ne değerli bir kişiyi sevdiğinizi bir kere daha idrak etmiş oluyorsunuz. Sevginiz gerçekse, içtense ona bir şeyler yapmak, bir şeyler vermek istiyorsunuz. Bu da onu sevildiğini belli ediyor, aradaki gönül alışverişi biraz daha artıyor.
Tek taraflı sevgi, eğer bir tutku haline gelmemişse, bir süre sonra yavaş yavaş azalır ve söner. Sevgi sevgiyle beslenir, sevgi sevgiyle büyür, sevginin gıdası saygı ve yine sevgidir. Yapılan her çeşit fedakarlık aslında sevginin gereği olarak, gönlün coşkusundan, gönlün zenginliğinden kaynaklanan taşmalardır.

AŞKA AYIP OLUYOR...


Günümüz insanı aşka aşık, aşığa değil… Aşkların kısa dönem askerlik gibi kısa sürmesinin nedeni herhalde bu.
Zaplanan aşıklar dönemi bu dönem! Kanaldan kanala geçer gibi aşıktan aşığa geçiliyor. Peki bu neden böyle oluyor? Çünkü insan insana sevgisiz, insan insana tahammülsüz, insan insan için fedakarlık duygusunu yitirmiş, insan insana kendini adamaktan kaçıyor.
Oysa fedakarlık, adanmışlık varsa vardır aşk. Fedakarlığın, adanmışlığın yaşamadığı yerde yaşamaz aşk. Ne yazık ki uğruna kendini adadığı ne bir ideali var günümüz insanının…
Ne de uğruna kendini adadığı bir aşkı…
Nerde ideali, aşkı uğruna her şeyden vazgeçen dünün insanı…
Nerde hiçbir şey için hiçbir şeyden vazgeçmeyen bu günün insanı…
Bu günün insanı aşkta köşe dönmeci. Emek harcamadan yaşamak istediği gibi, emek harcamadan aşk yaşamak istiyor. Sevmeden sevilmek, vermeden almak istiyor. Hiç değilse bir koyup üç almak istiyor. Bir koyup üç alamadı mı ilişki bitiyor. İlişkiler çıkar menfaat üzerine kurulu.
Elektriklenmeler kısa devre. Bir günlük elektriklenmeler, bir gecelik sevişmeler aşk sanılıyor.
Sevgili bayanlar baylar, aşka ayıp oluyor….!
Can DÜNDAR

BARIŞ


Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba elinde yemiş dolu bir sepet; ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi ter damlalarıyla alnında…Barış budur işte.
… Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara, yangının eritip tükettiği yüreklerde ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun, ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık, boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
Barış budur işte.
Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece. Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun gökyüzünün dolmasıdır içeriye; gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.
Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır. Başaklar uzanıp, ışık! Işık! – diye fısıldarlarken birbirlerine! Işık taşarken ufkun yalağından.Barış budur işte. Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler. Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
Barış budur işte.
Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de bir kök olduğu zaman gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya. Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra. Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.
Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında, iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın. Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya kuracağız demesidir; ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.
Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine büyük karanfilini alacakaranlığın…
Barış budur işte.
Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın. Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir. Ve toprakta derin izler açan sabanların tek bir sözcüktür yazdıkları: Ve bir tren ilerler geleceğe doğru kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.
Kardeşler, barış içinde ancak derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini. Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.
( Yannis RITSOS – Çeviren :Ataol BEHRAMOĞLU )

FİNCAN


     Yaşlı kadın, bir antika dükkânından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;
“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.”
Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! 
Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın.
“Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp:
“Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım.
Ama usta sadece gülümsedi ve “Daha değil!” diye cevapladı beni.
Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:
“Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!”
Ama usta bana bakıp gülümsüyordu:
“Henüz değil!”
Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: “Beni yakarak öldürecek”
Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:
“Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!”
Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu.
Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi.
Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum.
“Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!”
Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım.
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.
“Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi:
“Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?”
Ona “Evet” dedim.
Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.”
“Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin.
Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.
Döner tezgâhın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın.
Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın.
Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı.
Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu.
Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.”
Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim:
“Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet!
Bana zarar vereceğini düşündüm.
Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim.
Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum.
Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim…
Teşekkür ederim.”

İNSAN...


Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var,
Çıkarmaya korktuğum,
… Ve,
Hiçbiri ben değilim…
Olmadığımı göstermek
İkinci doğam oldu.
“Kendinden emin biri” dersiniz,
Sanki güllük gülistanlık
Benim için herşey…
Adım güven belirtir,
Ve,
Oyunumun adı
“Ağırbaşlılıktır”.
İçimde ve dışımda denizler sakin,
Her şeyin kumandanı ben…
Kimseye gereksinme duymayan
Ben…
Fakat, inanmayın bana,
Lütfen!…
Herşey dışta düzgün ve cilalı,
Hiç yıpranmayan, her zaman saklayan
O maske!..
Altta ne güven ne de rahatlık…
Altta,
Karışıklık, korku ve yalnızlık içinde bocalayan
Gerçek ben!…
Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla…
Kimsenin bilmesini istemem…
Zayıf taraflarımı düşündükçe
Titrer ve sararırım…
Ya başkaları görürse iç dünyamı…
Gerçek ben ve yalnızlığımı!
İşte,
Maskelerimi onun için takarım…
Onun için, arkalarına saklanacak
Maskeler yaratırım…
Onlar,
Gösterişte kullanabileceğim
Parlatılmış yüzlerim.
Beni korur, bakan gözlerden…
Beni olduğum gibi kabul edecek,
Sevecek
Bakışları bulamazsam,
Solacak kuruyacak gerçek ben…
Ve,
Ben bunu biliyorum.
Beni kendi maskelerimden kurtaracak,
Kurduğum hapishaneden kaçıracak
Diktiğim engellerden aşıracak,
Beni seven,
Beni anlayan
Bakışlar olacak. Bana,
“Sen değerlisin” diyecek,
“Maskesizken daha bir insansın”
“Daha yakın, daha bir dostsun”
Diyecek bir bakışa
Beni gören bir bakışa
Muhtacım…
Benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!…
Uyarırım seni dost!…
Uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben,
Sana kendini kolayca açamayacaktır…
Bütün gücümle tutunacağım maskelerime
Ne kadar sokulursan yakınıma,
O denli şiddetli geri iteceğim seni…
Kim olduğumu merak ediyor musun?
Hiç merak etme…
Ben çevrendeki
Her erkek ve kadınım…
Maske takan her insanım…
Charles C. Finn

Derbiertesi bugün pazartesi..:)

           İnsanlar git gide tuhaflaşıyor mu ne? Bu sabah saat 07:00'de okula gittim .Sözde sınav olucaktık. Okula 23 kişi tıpış tıpış geldik. Sevgili öğretmenimiz gelmeyecekmiş.Biz oyuncak gibi oradan oraya taşındık durduk.Herkes kendini düşünüyor.Millet yolda harap oluyor.Gerçekten herkes bir tuhaf . Neyse..bu süre zarfında bende kendimi biraz arındırma çalışmalarına girdim...
           Fenerbahçenin Şampiyonluğu kıl payı kaçırmasıyla birlikte bende tabi bir hüsran hüküm sürdü bir süreliğine.Hayır bilsem böyle olucaagını hiç stres yapıp yüreğim ağzımda izlemezdim maçı. Bir süre sonra hakikaten kalb krizi geçiricem diye tırsmaya başlamıştım. kazanamadık olsun kaybetmedıkte neticede bizi yenemedileerr:DMaç böyle başladı keşke bu çoskuyla devam edebilseydi..







          


           Maç sonu üzüldüm Şampiyon olamadık ama oradaki fenerbahçeli demek istemiyorum çünkü yapılanlar taraftarlık ünvanını 12.olmayı hak etmediklerini gösteriyor. O provakotörlerin yaptıklarına çok daha fazla üzüldüm. Yazık günah bu insanlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlar. Bi


Yazık ki henüz 2. dünya seviyesinden çıkamadığımızı gösteriyor. Huzur dolu yarınlara uyanmak dileğiyle... 

Usta Tasarımcılardan Başarılı Tasarımlar...




YENİ OLAN HERŞEYİ SEVİYORUZ.. İŞTE YEPYENİ HARİKA TASARIMLAR...
Her mutfağalazım denilebilecek çok güzel 3 katlı reçellik
Harika bir tsarım -Kuruysemişlik
Farklı tasarım ve işleve sahip kuruyemiş kasesi


Bu tasarımları özellikle çok beğendiğimi belirmeden geçemiyorum renk renk alışıla gelmişin dışında artıkları ile birlikte çok şık tek parça hallinde bulundurulabilecek süper bir parça:)Farklı tasarım ve işleve sahip kuruyemiş kasesi 
Meyvelikler mutfakta herzaman ilk alındıgında baş tacı yapılan ilerleyen günlerde bir fazlalık haline gelen parçalardır fakat bu meyvelik mutfaklarımızın vazgeçilmezİ olabilecek tarzda..




SİLAHLARA HERZAMAN KARŞIYIZ FAKAT HAKİKATEN ÇOK BAŞARILI BİR TASARIM OLMUŞ YALNIZCA BÖYLE ZEKİ İŞLERE ARACI OLMASINI DİLEYEREK ÇOK BEĞENDİĞİMİ BELİRTMEK İSTERİM



LABİRENT GİBİ HAYATLARI SEVENLER İÇİN İİŞN İÇİNDEN ÇIKILMASI ZOR BİR TASARIM OLMUŞ İLGİNÇ:)






ÇOK DEĞİŞİK BİR KUPA OLMUŞ:)






ŞİRİNE BİR RENDE ŞIK VE KULLANIŞLI GİBİ DURUYOR:)



DÜĞÜN KONSEPTİNDE BULUNMAZ BİR PARÇA:)






HER KESİN DÜZENLEMEKTE EN ZORLUK ÇEKTİĞİ EŞYASI NEMİ?? TABİKİ AYAKKABILAR İİŞTE USTA TASARIMCILAR BUNA BİR ÇZÜM BULMUŞ YAKLAŞIK 50 ÇİFT AYAKKABIYI BÜNYESİNDE BARINDIRABİLEN MÜTHİŞ BİR TASARIM:)




FARKLI BİR AYDINLATMA SİSTEMİ YAZLIK İLGİNÇVE KULLANIŞLI GİBİ DURUYOR:) MİNİMAL ÇİZGİDE


HİNTLİ TASARIMCILARDAN İNSANLIĞA BÜYÜK BİR HEDİYE OLMUŞ  BENCE:) AYILDIM BAYILDIMM:)




HELLO KİTTY' NİN DİBİ OLMUŞ:d 


BU YATAĞIN SAHİBİ BEN OLMALIYIM DEDİĞİNİZİ DUYAR GİBİYİM:)




BU KAÇLI PRİZZZ???


DOĞALLIK RAHATLIK VE HUZUR....






TAM BENLİK ÇOK SEVDİM:) 




PRENSES YATAĞI..




BİRGÜN İKİSİNİDE YAPICAMMM:)