THE HUNDER GAMES



KİTAPLARLA BAŞLAYAN MACERA ÇOK GÜZEL BİR FİLMLE TAÇLANDIRILDI HAFTA SONUMU GÜELLEŞTİREN  ''THE HUNDER GAMES'' TAVSİYE EDERİM ÇOK GÜZELDİ...






''Bu kitaba o kadar bağımlı kaldım ki, yemeğe çıktığımda bile kitabı yanımda taşıdım ve masanın altında okumaya devam ettim. Hikayesi beni birçok gece uykusuz bıraktı çünkü bitirdiğimde bile, yatakta bu kitabı düşünmeye devam ettim. Açlık Oyunları kesinlikle büyüleyici.''



—Stephenie Meyer

''Elimden bir türlü bırakamadım… Bağımlısı oldum.''

—Stephen King

KAZANMAK ÜN VE TALİH, KAYBETMEK İSE KESİN ÖLÜM ANLAMINA GELİR. BU OYUNUN GALİBİNİN KARNI DOYACAK KAYBEDEN İSE ÖLÜMLE TANIŞACAK… AÇLIK OYUNLARI BAŞLASIN.. DİYE BAŞLAMIŞTIK OKUMAYA....


Açlık Oyunları - The Hunger Games

Bir zamanlar Kuzey Amerika olarak bilinen bir yerin yıkıntıları içerisinde Panem ulusu yaşamaktadır. Başkentin etrafındaki 12 bölge bir hat boyunca sıralanmıştır. Bütün bölgeler, her yıl yapılan Açlık Oyunları’nın yarışmasına yaşları 12 ilâ 18 arasında değişen bir erkek ve bir kız çocuğu göndermek zorundadır. Açlık Oyunları TV’den yayınlanan ölümüne bir kavgadır.
http://vimeo.com/39014991






Açlık OyunlarıKatniss Everdeen:16 yaşında, siyah saçlı, gri gözlüdür. Babası madencidir ve babası ölünce ailesini ayakta tutmak için avlanmak, parası olmadığı için değiş tokuş yapmak durumundadır. Babası ölünce hayattan kopmuştur. 12 yaşından beri annesine ve kardeşine o bakmaktadır. Daha sonra Açlık Oyunları'na kız kardeşi Primrose seçilince, onun yerine Açlık Oyunları'na katılır. Ok atmakta çok ustadır ve bitkileri tanır. Gale'e karşı tuhaf duyguları vardır ama bir türlü çözemez. Peeta ile tanışınca zamanla ona aşık olmaya başlar ve işler karışır.


    Açlık Oyunları











  •      


  • Peeta Mellark:16 yaşında, sarı saçlı, mavi gözlüdür. Babası fırıncıdır. Hayatı boyunca hiç avlanmamıştır. Fırıncıda çalışırken sürekli ağır ekmek sepetlerini kaldırdığı için güçlü kollara, pastaları süslediği için de iyi bir kamuflaj yeteneğine sahiptir. İki tane ağabeyi vardır. Açlık Oyunları'na seçilince, kimse onun yerine geçmeye gönüllü olmamıştır. Katniss'e aşıktır. Aşkını ilk defa Capitol'de açıklar. Katniss'i korumak için kendi hayatını feda etmeye hazırdır.








                                                       


    Primrose (Prim) Everdeen:Katniss'in kızkardeşidir. 12 yaşındadır. Sarı saçlara,mavi gözlere sahiptir. Çok   merhametli ve alçakgönüllüdür, bu yüzden avlanamaz. Avlanamadığı için ablasına yardım edemez ama annesi eczacıdır ve o da annesinden bitkiler hakkında bilgiler öğrenip, tedavilerde annesine yardımcı olur. Lady isimli bir keçisi,ve düğün çiçeği adında bir kedisi vardır.

    Mr. Everdeen:Madencidir ve bir maden kazasında ölmüştür. Ok yapmakta ve bitkileri tanımakta çok başarılıdır ve bunların hepsini Katniss'e öğretmiştir. Ayrıca alaycı kuşları çok iyi öttürebilir.


      Açlık Oyunları
    • Haymitch Abernathy:12. 

    • Mıntıka'dan    Açlık Oyunları'nı 

    • kazanan 2 kişiden hayatta kalan tek kişidir ve bu yüzden 12. Mıntıka'dan Açlık Oyunları'na katılan herkese koçluk yapmaktadır. Şarap içmeyi çok sever ve genellikle sarhoştur ama daha sonra kendini toparlar ve 
        • Katniss ile Peeta'ya yardım eder.
    Açlık Oyunları






    Cinna: Katniss'in stilistidir. Açlık 

    Oyunları'nın tüm kutlamalarında, 

    açılışlarında Katniss'i hazırlar. Katniss 

    onu çok sevmektedir ve kendisine yakın 

    hissetmektedir.



















    On altı yaşındaki Katniss Everdeen annesi ve 12 yaşındaki kızkardeşi ile yaşamaktadır.Oyunlarda 

    kızkardeşinin yerine geçerek ölüm cezasını üzerine alır.Ancak Katniss daha önce de ölüme çok 

    yaklaşmıştır ve bu kez kızkardeşi için ikinci kez hayatta kalma mücadelesi verecektir.Gerçekten ne 

    anlama geldiğini bilmeden bir yarışmacı olmuştur.Eğer bu mücadeleyi kazanırsa hayatta kalma 

    seçeneğini başlatmış olacaktır. Kazanmak ün ve talih anlamına gelir. Kaybetmek ise kesin ölüm. Açlık 

    Oyunları başlasın..!!

    Açlık Oyunları



    Açlık Oyunları

    O gün Bölge 12’de beklenmeyen şey olur - Katniss’in hayatı boyunca büyütüp baktığı küçük kardeşi 

    Primrose oyunlara seçilir. Tüm cesurluğu ve özverisiyle Katniss kardeşi yerine gönülllü olur ve 

    kaderini sonlandırabilecek bu yarışa girer. O ve yeni oyun ortağı, fırıncının oğlu Peeta Mellark 

    gözaltına alınıp Capitol’a sürülür, süslü makyajlarla ve ağır bir eğitimle karşı karşıya bırakılırlar. Daha 

    varlıklı bölgelerden gelen ve hayat boyu yarışlar için eğitilen acımasız “Career Tributes”larla karşı 

    karşıya getirilirler. İlerleyen günlerde, eski galip, şimdilerin ayyaşı Haymitch Abernathy’nin 

    eğitmenliğinde, Katniss içgüdülerini keskinleştirecek, okçuluk kabiliyetlerini geliştirecek ve 

    geliştirmekte olduğu gücüne odaklanacak ve aynı zamanda görevi de olan şeyin gerçekleşmesini 

    umut edecektir: ne olursa olsun hayatta kal.

    Açlık Oyunları




           her nen kadar onların oyunlarına ortak olmak istemesede yapılması gereken geçitlere ve programlara katılacak... ve herkesi kandine hayran bırakıcak..

    Açlık Oyunları

    Oyunlara sürpriz bir yarışmacı olarak ormanlık alanda katıldığında, Katniss bunu bir şöhret, talih gibi görmektense, 

    bir yaşam mücadelesi olarak görmektedir. O kazanacak olursa, meydan okuyan ve yürek parçalayıcı seçimler 

    yapmak zorunda kalacak ve insanlığı, hayatla sevgiyi aynı teraziye koymasını gerektirecek imkansız seçimler 

    apmak zorunda kalacak.

    Açlık Oyunları


    Bana ve Hayatıma Ağırlık Yapan Yükler; Lütfen En Sağ Şeritten Gidiniz.. Sol Şeritten Öyle Mutlu Geliyorum ki, FENA ÇARPARIM :))



    Bir  İinsan bu kadar çook duyguyu bir arada nasıl yaşar??resmen beni hayat değil bu duygu geçişlerim yoruyor. hıı bide söylemeden geçemiycem birde gece yatınca yatağın içinde saatlerce dört dönme durumu var yaa işte o yaşlandırıo beniii:DD evet çok ciddiyim uykudan sorumlu devlet bakanlığı falan yapılsın yetkililere sesleniyorum!! artık gözümü yumduğum gibi uyumak istiyorumm eskiden olduğu gibi..
    RENGİNE BAYILDIĞIM ÇOOK ŞIK BİR AYAKKABI
    Gelelim bu akşam beni klavyenin tuşlarına basma gereksini duyduran konuya.Bana yaşam enerjisi veren elle tutulur gözle görülür o muhteşem şeylere tabiki topuklu ayakkabılardan bahsediyorum...




    FARKLI DEĞİŞİK MÜTHİŞ BİR TARZ..

    ÇOOK GÜZELLERR:)
    SONBAHAR İÇİN ÇOOK GÜZEL BİR SEÇİMDİ..
    ŞIK VE ŞIK
    FARKLI..












    MİNİKLERLE SONLANDIRALIM

    İyi geceelerr..

    Düşünüyorumda ...


    Ben aslında kendime kızamıyorum...


    Ne yapabilirdikki güvenmekten sırtımızı dayamaktan başka , en insancıl olanı bu değil mi yoksa?
    Ne yapmalıydık gülümsemekten başka..??
    Ama hatanın BÜYÜĞÜ bizdebiliyorum!!
    Severiz biz dünyada birtek ''o'' varmış kimse yokmuş limse önemli değilmiş tek derdimiz 'o'ymuş gibi severiz..
    Öyle uzaktan içimizden değildir sevmelerimiz sesli severiz biz. karşımızda ilgiye muhtaç bir çocuk varmış gibi 
    bağıra çağıra severiz..tek olduğunu onunla ömür geçireceğimizi söyleriz hep avaz avaz..
    Bende demesini beklemeden özledim deriz mesela..
    Hıı Hatalarımız bunlarlada sınırlı değil!
    Ondan önce basitte olmadık biz ucuz alalade olmadık.
    İlk o olsun diye bekledik hep kirletmedik içimizi..
    Dürüst olucaz yaa canını sevdiğimin dünyası dürüstlükten çok anlar yaaa o gelicekte sevicez diye bekledik 
    almadık içimize en gizlimize kimseyii..
    Yaa biz o yokken bile ona ihanet etmemek için tutmadık kimsenin elinden..
    Gençlik çocukluk herneyse gelişmiş evcilikler oynamadık o günün birinde bilire incinir diye..
     İŞte bundan teslim olduk hayat sana.. bundandır 1-0 mağubiyetimiz!!
     yalnış seçtik 'o'nu saklıda kuytuda bir hazıne gibi aynı bizimgibi bie sakladı sandık herşeyini..bizi beklemiş sandıkbizim gibi..


    YANİ HAYAT HERKESİ KENDİMİZ GİBİ SANDIK BUNDANDIR BU ÇEYREĞİ SENİN ALIŞIN!!


     HATALIYIZ EVET KABUL BİZ HERKESİ insan SANDIK..

    ELİF KARLI
                                                                                         

    Ben biraz kızdım galibaa...

    Üzülüyorum ben bazen, bazende kızıyorum..

    Göremeyip çukura düşenlere,

    farketmeden çamura batanlara,

    kızıyorum gülerken ağlayanlara

    evet üzülüyorum avuçlarının içinden küçük bir kuşmuş gibi hayatı kaçıranlara ,avuç içikadar yerde bile muhafaza edemeyenlere ..

    Olasalıkları hesaplayamayıp yalnış sonuca varanlara,

    daha önündeki virajı göremeyip yolun sonunu gördüm sananlara,

    sevinçlerini paylaşamayıp duvarlar içinde ruhuyla kalanlara,

    yalan dünyasına kendini kaptıranlara

    kızıyorum evrenin işi yokmuşta onun için dönüyo sananlara....

    ELİF KARLI

    Ayrılık...

    Bu nasıl güzel bir yazıdır duygularıma tercüman olan !!!
    “İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır”, der Dostoyevski…
    Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yıldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer.
    Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları ayrılık sergiler.
    Bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir.
    “Ölene kadar” diye söz verilmiştir, ama “ölüm yolunda” başka tercihler belirmiştir.
    Kararsız prensesin vicdani azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı “aklini başına” al diye fısıldar kulağına; haytası ise “kalbinin sesini” dinle diye çekiştirir eteğinden.
    Hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar.
    “Ama”yla biter alelade iltifat cümleleri: “Sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü”,
    “Seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim”,
    “Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim” vs.vs.
    Sonra gelsin uykusuz geceler… Bir türlü karar verememeler…
    Ruhen gidip gelmeler…
    “Hele biraz daha zaman geçsin” diye nikah ertelemeler…
    Birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar.
    “Aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için’e kendini kandırmalar.
    Sonrası hep aynı:
    Bekleyenin “Hani sonbaharda buluşacaktık. Hazan geldi geçti, sen gelmez oldun” sızlanmaları…
    Bekleyenin “Geliyorum az kaldı” oyalamaları…
    Bittiğini bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa saplanmalar…
    Terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar…
    Veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o cümleleri hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler…
    Üzgün görünmeler… Bağış dilenmeler…”…ama kaçınılmazdı” demeler…
    “Sözünden caydın” yakınmalarını “Sen de eski sen değilsin.
    Değişmişsin” diye göğüslemeler…
    …asil kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler…
    Ve son sahne:
    Terk edenin o mahcup “Gönlüm başkasında” itirafına karşılık terk edilenin kirik calimi:
    “uğurlar olsun! Ben yoluma devam ediyorum”.
    İhanetler hep böyledir: ilki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir.
    Ondan sonra dur durak yoktur:
    Güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan bir dervişe döner.
    Artik acılara hapsolmuştur: Buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin “ah’ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır.
    CAN DÜNDAR

    Sevgi...


    Tüketmek için bunca acele ettiğiniz, takvim yapraklarına…


    Onca hızla çevirdiğiniz akreplere yelkovanlara…


    İçine gönüllü daldığınız o insafsız rutin çarkına şöyle bir uzaktan baktığınızda ne hissediyorsunuz?


    Ne kadarı benim hayatım” diye soruyor musunuz?


    Ne kadarını başkaları yaşamış benim yerime…. Ya da ben başkalarının?..


    “Aynadakinin ne kadarı ben’im, ne kadarı oynadıklarım?


    Sevgiyi koydum kum saatinin dolu dizgin akıp giden kumlarının her bir zerresine….


    Çünkü bir tek sevgi var elimizde; bunca yıldan damıtılıp gelen..


    Yine bir tek o kalacak, yaşanacak yıllarından geriye…


    Bir tek sevgi olacak bunca telaştan artakalan ötesi yalan…


    Can Dündar

    İki yarımı toplayınca bir etmiyor..


    Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
    Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı;
    iki yarımı toplayınca bir etmiyor. İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de
    mutlu olamıyor.
    Önce yalnızdık.
    9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve dünyaya ağlayarak
    geldik.
    Pişman gibiydik. Ya da mecburen gelmiş gibi.
    Biraz büyüdükten sonra, kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren, kalbimizi
    kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik: Bir yerde bir eksik var dedik.
    Korktuk.
    ‘Bunun sebebi ne?’ diye sorduk kendimize. Cevabı yapıştırdık:
    ‘Demek ki sahip olmadığımız bir şeyler var.
    O yüzden eksiklik hissediyoruz’. Peki, neye sahip olmamız gerekiyor?
    Çocukken ‘yaşımız küçük’ diye düşündük. Her istediğimizi yapamıyoruz.
    Kurallar, yasaklar var. Büyüyünce her şey yoluna girecek.
    Büyüdükçe bir şey değişmedi.
    Yine huzursuzduk. İçimizden bir ses aynı sözcükleri fısıldıyordu:
    ‘Bir eksik var. Kafamız karıştı. Nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan?
    Nasıl geçecek bu?
    Aklımıza yeni cevaplar geldi: Okulu bitirince geçecek. İşe girince geçecek.
    Para kazanınca geçecek. Tatile gidince geçecek. Okulu bitirdik. Diploma aldık.
    İşe girdik. Kartvizit aldık. Çalıştık. Para kazandık. Taşındık. Araba aldık.
    Çalıştık. Eve yeni eşyalar aldık. Tatile gittik. Dans ettik. Terfi ettik.
    Kartviziti değiştirdik.
    Daha çok çalıştık. Daha çok para kazandık. Çalıştık. Çalıştık.
    Geçmedi.’Bir yerde bir eksik var’ hissi, hala orada duruyordu.
    Bu sefer de ‘Sevgilimiz olunca geçecek’ dedik. ‘Yalnızlığımız sona erince bu
    illetten kurtulacağız.
    ‘Beklemeye başladık.
    Derken, biri çıktı karşımıza aşık olduk. Ve anında başka biri olduk.
    Daha güçlü, daha güzel, daha akıllı biri. Hesap cüzdanları, kartvizitler,
    hatta ilaçlar bile böyle hissetmemizi sağlamamıştı.
    Sevgilimizin gözlerinde, daha önce bize verilmemiş kadar büyük sevgi ve
    hayranlık gördük.
    Sevgilimizin gözlerinde Tanrı’ yı gördük.
    Işığı gördük.’Tünelin ucundaki ışık b u olmalı’ diye düşündük ‘kurtulduk’.
    Sonra bir gün, daha dün bize deli gibi aşık olan insan çekip gidiverdi.
    Ya da artık eskisi gibi sevmediğini söyledi. Ya da başka birine aşık olduğunu
    söyledi.
    Ya da daha kötüsü, başka birine aşık oldu ama söylemedi.
    Telefonu açmamasından, elimizi tutmamasından, sevişmemesine bahane bulmak
    zorunda kalmamak için biz uyuduktan sonra yatağa gelmesinden anladık, bir
    terslik olduğunu.
    Belki de sevmekten vazgeçen veya terk eden sevgilimiz değildi, bizdik.
    Fark etmez. Sonuçta aşk bitti.
    Şimdi her yer bomboş. Şimdi tekrar yalnızız. Başladığımız yere döndük.
    Yıllarca uğraştık, eksiğin ne olduğunu bulamadık. Halbuki her şeyi denedik, her
    yere baktık.
    Öyle mi? Bakmadığımız bir yer kaldı.
    İçimize bakmadık.
    Eksik parçayı dışarıda aradık ama içimizde saklı olabileceğini akıl etmedik.
    Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik.
    Şaşıracak bir şey yok, tabii ki sevmedik.
    Kendimizi sevsek bu kadar koşturur muyduk? Canımız yanmasın diye duvarların
    ardına saklanır mıydık?
    Kendimizi boş sanıp doldurmaya uğraşır mıydık? Terk edilmekten korkar mıydık?
    Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.
    Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı.
    Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor.
    İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor.
    ‘Herkes beni sevsin’ diye uğraşınca kimse gerçekten sevmiyor, herkes sevgisine
    şart koyuyor, sınır koyuyor.
    Oysa ‘kendime duyduğum sevgi bana yeter’ diye düşününce, kendimizi olduğumuz
    gibi kabullenince yarım tamamlanıyor.
    Her şey bir oluyor. İşte o zaman perde aralanıyor.
    Acı diniyor.
    İşte o zaman başka `bir`i bir araya gelerek, hesabın kitabın, korkunun kaygının
    hüküm sürdüğü sahte bir sevgi yerine, gerçek bir sevgi yaratılabiliyor.
    Sonsuz Sevgilerimle…
    CAN DÜNDAR